Yavuz Bey, Tıp Fakültesi son sınıftaydı ama Güneydoğu ilçelerinden birinin büyük bir köyünde sağlık ocağında çalışıyordu.
Sağlık ocağının tek doktoru izindeydi. Yavuz Bey köyün ileri gelenlerinden birinin evinde, lüx lambasının aydınlattığı odada sohbetteydi.
Gece on bir suları bir atlı geldi, komşu köylerden birinde bir hasta varmış. Kendisi hastanın yakınlarını davet etmek üzere bir başka köye gidiyordu.
Yavuz Bey kalktı, motorlu bir araç yok. Misafir bulunduğu evin sahibi atla gitmeyi teklif etti ama daha önce hiç denemediği için gözü yemedi.
-Genciz, yaz gecesi yürürüm, yedi kilometre ne olacak.
Doktor Yavuz yaya olarak yola çıktı. İki saat sonra köye girdi. Haberi getiren kişiye hastanın kim olduğunu sormayı unuttuğunu o zaman hatırladı.
Köy kan davalı insanlarla doluydu. Gece yarısı kapı çalmaya korktu. “Işığı yanan ev varsa büyük ihtimal hasta oradadır” diye pencereleri araştırmaya başladı.
Bulamadı. İşin kötüsü gece yarısı gidecek yeri de yoktu, geri dönecek gücü de…
“Camide yatayım” diye karar verdi.
Caminin kapısını buldu, anahtar üzerindeydi. Karanlıkta içeri girdi. Gözleri biraz alışınca mahvil kısmında birisinin daha yattığını gördü. “Tek gariban ben değilmişim” diye geçirdi içinden… Kenardaki kilimlerden bir tane başının altına aldı, adamın yanına uzandı, diğer kilimi de üzerine çekti.
***
Genç doktor sabah takırtıyla uyandı. Gözlerini açtı, kapıdan sızan belli belirsiz ışıkla hocanın geldiğini anladı. “Ezan vakti demek” diye düşündü.
Hoca görüp de ürpermesin diye ses verdi, “Hoca efendi…”
Hoca ani bir hareketle ve büyük bir korkuyla döndü. Kökünden kesilmiş ağaç gibi olduğu yerde küt diye devrildi.
Doktor kalkıp koştu. Hocayı sarstı. Nabzına baktı. Nabız yok! Şah damarlarına dokundu. Bileğine baktı. Hareketlenme yok!
Ölmüş!
Panikle kâh suni solunum, kâh kalp masajı yapıyordu. Tam bir korku şoku yaşayan genç doktor, sert darbelerle kalbi çalıştırmaya uğraşıyordu.
Beş altı dakika çabaladı, kan ter içinde kaldı. Ama nabız geri gelmedi.
Gece birlikte yattığı adama gitti bir ümit… Ayağıyla dürttü, “Ya bi kalk ya! İnsan bir yardım eder!”
Sarsmalarına, bağırmalarına ses alamayınca bu kez eğilip adamın yüzüne dokundu, buz gibiydi!
“Eyvah, bu da ölmüş! Herhalde olan biteni görüp o da korkuyla…”
Genç doktor Yavuz Bey artık hiçbir şeyi sağlıklı düşünemiyordu. İki kişinin ölümüne sebep olmak feciydi. Şimdi birileri gelirdi. Masumiyetini anlatmak zor olabilirdi. Daha mesleğinin başındaydı. Çantasını alıp, camiden çıktı!
Kendisinden dinleyelim:
“Dereye indim. Vadide kayboldum. Yarım saat kadar yürüdüm.
Birden durup, bir taş üstüne oturdum.
Nereye gidiyorum ben? Ya birisi görmüşse? Kaçmak suçluluk demek değil mi? Niye kaçıyorum ki? Ben bir şey yapmadım!”
***
Doktor, iki ölü bıraktığı köye geri döndü. Köyün girişinde öğretmenle karşılaştı. Tanışıyorlardı.
“Hoş geldin hocam” dedi öğretmen. Israrla evine davet etti. “Birlikte kahvaltı yapalım” dedi.
İçeri girdiler.
Doktorun aklı başka yerde… Ama öğretmen hiç cenazeden bahsetmiyor. Köy de sakin görünüyor.
Derken, öğretmen mevzuya girdi:
“Hocam, dün akşam köye gelen celep tüccarı rahatsızlandı ve aniden öldü. Kimse evine götürmedi. Bizim Ali Hoca yalnız bu aralar. Sizin eve götürelim dedik, kabul etmedi. Olmaz dedi, camiye götürelim. Götürdük camiye yatırdık. Ali Hoca sabah camiye gitmiş, içeri girmiş, bizim cenaze ayaklanmış! Tekme tokat Ali Hocaya girişmiş, kaburgalarını kırmış, tekrar gidip yerine yatmış. Evine kabul etmemesinin intikamını almış. Köylü namaza gelmiş ki her taraf berbat, Ali Hoca haşat…”
“Ali Hoca ölmemiş mi?”
“Yok canım, o kadar da değil. Ölmemiş de bayağı bir hırpalanmış. Tıpta böyle bir şey olabilir mi doktor?”
Sevinçten gülmeye başladım:
“Olmaz.”
“Yemin ediyor, ölü canlanmış diye.”
“Gel gidelim, ben bir de kendisini dinleyeyim.”
Gittiler, Ali Hoca yer yatağında… Akrabadan kadınlar etrafında… Kimi tütsü yapıyor, kimi kurşun döküyor…
Doktoru dinleyelim:
“Öğretmene sırrımı tutması ricasıyla camide geçen hareketli geceyi anlattım, kimseye söylememesini sıkı sıkı tembih ettim. Sağlık ocağına döndüğümde sırrım benden önce ulaşmıştı. İzinden dönmüş olan doktor, ‘Hocayı nasıl öldürdün?’ diye kahkaha atıyordu…”