İstanbul, Tophane’de haftada bir gün öğle tatilinde yaptığımız dinî sohbete herkesten önce gelen ve o dinî sohbeti büyük bir dikkatle takip eden bir sohbet arkadaşımız var. Eski bir denizci. Yaman Dede gibi, Müslüman olmuş ve Mustafa ismini almış eski bir Hıristiyan Rum... Mustafa, o sohbetimiz esnasında, derin manevî âlemlere dalar gibi bir hal gösterir. Konuştuğunda en fazla üzerinde durduğu mevzu ise, ezan sesinden etkilenerek Müslüman oluşudur. Beş vakit namazını camide, cemaatle kılar. Namaz vaktinden 15-20 dakika evvel camiye gider ve sessizce ezanı bekler; ezan okunurken huşû ile dinler.
Ezan-ı Muhammedî, farz değildir; sünnettir. Fakat İslâm’ın en mühim işaretlerinden olduğu için, şahsî farzlardan daha önemlidir. Mehmet Âkif’in, TBMM’de milletvekillerinin ayakta alkışlayarak oy birliğiyle kabul ettiği İstiklal Marşı’nın en etkili beyitlerinden biri de, ezanlarla ilgili: “Bu ezanlar ki, şahadetleri dinin temeli; ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.” beytiydi. Kâinatta en yüksek hakikat: “Tevhid Hakikatı” yani Allah (c.c.)’ın varlığı ve birliğidir. Ezan, bunu ilan eder. Ondan sonra; “Nübüvvet (Peygamberlik) Hakikatı” gelir. Ezan ikinci olarak da, bunu ilan eder. İnsanın dünya ve âhiret saadetinin anahtarı, hakîki insanlığının temel özelliği olan İslâm imanının giriş kapısı, parolası olan kelimelerle başlar ezan... Ve, bu imanın en mühim gereği olan, namaza davet cümleleriyle de devam eder. Ezan, insanın maneviyatı için bazen bir “test vasıtası” ve bir “uyarıcı” gibidir: Hakka, hakikate meyletmiş olanların bu meylini artırır; bazılarını ise, aksine tahrik eder
MUSTAFA NUTKU